E-Bülten’e kayıt olun

E-Posta:



Bir Deprem Ve Arama Kurtarma Yolculuğu

Bir Deprem Ve Arama Kurtarma Yolculuğu

Kahramanmaraş deprem felaketinde gönüllü arama kurtarmacı olarak sahaya gittim.  Gittim evet ama giden insan ile dönen insan aynı mı? Hayır.

Bu pazar günü 47 yaşımı dolduruyorum. Şu dünyada 47 dolu dolu yıl yaşadım. Ezelden beri fiziksel ve hareketli bir yaşamı sevmişimdir. Hani o klasik soruyu sorsanız “çok gezeeen” cevabının benden geleceğini bilirsiniz. Kelebekler Vadisi’nde kaya tırmanışı mı yapılacak, Hakkari’ye sosyal sorumluluk projesine mi gidilecek, Bakırlıtepe’ye yıldız gözlemine mi çıkılacak, Nemrut’a mı tırmanılacak, yelken yarışı mı var; ben hep oradayım…

Yaş ilerleyip sadece ekstrem sporlar yapmak ve gezmek yeterli gelmemeye başladığında bu iflah olmaz hareket ihtiyacı beni deneyimlerimi daha faydalı bir işe dönüştürmeye itti. Üç yıl önce pandemi hepimizi evlere kapattığında online olarak Afet Bilinci Eğitimleri almaya başladım. Pandeminin hafiflemesiyle birlikte aldığımız teorik eğitimleri pratiğe dökmeye başladık. Beşiktaş Belediyesi, AKUT ve nihayet AFAD ile birlikte alınan ileri eğitimler ve gerçekleştirilen küçüklü büyüklü tatbikatlar ve sınavlar ile önce Orman Genel Müdürlüğü’nden Orman Yangını Gönüllüsü belgemi aldım. Ardından Sağlık Bakanlığı’ndan İlk Yardım Sertifikası ve AKUT ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği ile düzenlenen Afetlerde İlk Müdahale eğitimlerimi tamamladım. AFAD ile birlikte düzenlenen iki çok uluslu büyük tatbikatta da yer alarak arama kurtarmacı oldum.

 

Ve deprem… 7.7

6 Şubat Pazartesi sabahına AFAD’dan gelen çağrı ile uyandım. Hemen hazırlanmaya başladım. Bizim ekip Aykut Barka Deprem Parkı’nda bulunan Beşiktaş Belediyesi deprem merkezi deposundan malzemeleri alarak araçlara yükledi. Benim gibi daha uzakta oturanlar kişisel çantalarını hazırladı ve Atatürk Askeri Hava Sahası’nda Belediye ve AFAD ekipleriyle buluştuk. Bu noktada ömrüm boyunca beni destekleyen ve bir anne baba olarak çok zor olduğu halde her denemek istediğim yenilikte engellemek yerine beni yüreklendiren canım annem ve babama böyle özgür ruhlu ve cesaretli yetiştirdikleri için ve hatta adımı Deniz koydukları için teşekkür ederim. Böylece anne ve babamla helalleştim ve 75 yaşındaki babam beni götürüp eliyle askere teslim etti.

Yakın oturan ve ilk toplanan ekip yola çıkmıştı bile hava sahasında yoğun fırtına altında sıradaki kargo uçağını beklerken 2. depremin haberini aldık. Ardından malzeme taşıyan üç araç ile birlikte askeri kargo uçağına alındık. Bizimle birlikte İsviçre sağlık ekibi de aynı uçağa bindi. Tam 1 saat 55 dakika sonra İncirlik Hava Üssü’ne indik. Daha neredeyiz diyemeden askeri helikopterlere bindik ve bundan 45 dakika sonra, fırtınalı yağmurlu bir havada, ben bir pist görmeye çalışırken yıkıntıların arasında bir boşluğa iniş yaptık. İndiğimiz gibi yoğun yağış altında sırılsıklam olduk. İniş yaptığımız yerde ambulanslar bekliyordu. Biz indik, yaralıları bindirdiler ve helikopter geri dönmek üzere havalandı.

Buluşma yeri Pac Meydanı olarak bildirilmişti. Bölgeyi bilmediğimiz için ambulansa yeri sorduk. “Meydana giriş yok ama sizi en yakın yere bırakırız” diyen sağlık görevlileri ile birlikte ambulansa bindik ve Pac Meydanı’na yakın bir yerde inerek koşmaya başladık. Taksim Meydanı’na benzeyen büyüklükte bir alan düşünün. Binaların yarısı yıkılmış diğer yarısı ise zarar görmüş haldeydi. İlk depremin üzerinden 14 saat geçmişken işte İskenderun’a böyle vardık. Helikopterle yaklaşırken limandaki büyük yangını gördük. Yağmur yağdığı ve liman itfaiyesince müdahale edildiği halde sönmüyordu. Artık demir yangınına dönüşmüş olan alevler, orada kaldığım bir hafta boyunca da sönmedi.

 

Dünyanın çamuru, insanın hamuru

Ne desem bilemiyorum, bundan sonrasını yazmak benim için çok zor. Herhangi bir kriz masası yoktu. Kriz masasını bırakın eşyalarımızı ıslanmasın diye içerisine koyabileceğimiz bir çadır bile yoktu. Tüm alet edevat, çadırlar bizimle birlikte kargo uçaklarına binen kamyonlarla İncirlik’e inmiş ancak biz helikopterle gelirken o araçlar mecbur kara yoluyla arkadan gelmeye çalışıyordu. Tüm malzeme maalesef 36. saatte bize ulaştı. Aradaki 19 saat boyunca öncelikle bizi benzin istasyonuna alarak barınma ve gıda ihtiyacımızı orada kaldığımız süre boyunca karşılayan. Dükkanını, malzemesini bizimle paylaşan ve taa 3. gün asker gelene kadar tüm ailesi ve çalışanları ile birlikte izin yapmadan güvenliğimizi sağlayan bizi koruyup kollayan ve tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan Gökmen Petrol‘ün sahipleri tüm Gökmen Ailesi’ne teşekkürü borç bilirim.

Şehirde elektrik ve su yoktu. Bu normal. Ancak sadece kafa lambası ile ve ellerimizle çabalayarak bile 6 kişinin ekiplerimizce kurtarıldığını, yine Gökmen Petrol’de kurmuş olduğumuz ilk yardım masasından ilk müdahalesini yaparak 112 ambulanslarına teslim edip sağlık kuruluşlarına gönderdiğimiz 4 kişi olduğunu gururla söylemek istiyorum. Bu sırada kendileriyle uluslararası bir tatbikata dâhil olduğum için OGM tarafından verilen uzay battaniyelerini enkazdan çıkarttığımız ve hipotermiden titreyen depremzedeleri sarmak için kullandığımı duyunca İkram Hoca’mın bana çok kızmayacağını umuyorum.

İlk gece hiç dinmeyen yağmur bir ara doluya dönüştü ve bu kadar da olmaz biraz insaf et dedirtti hepimize. İlk gece birçok arama turu, genel olarak bölgeyi tanıma, ses gelen yerleri (o saatlerde her enkazdan ses geliyordu) işaretleme ve ellerimizle yapabildiğimiz kadar kurtarma yapma ile geçti. Ertesi sabah güneşli ama soğuk bir gün başladı ve hafta boyunca da bu böyle sürdü. Gün ağarınca ne denli büyük bir afetin içerisinde olduğumuzu daha iyi anladık. Hem AFAD hem Beşiktaş Belediyesi ekipleri hem de biz gönüllüler hâlâ Gökmen Petrol’ün bize tahsis ettiği marketinde ve ofislerinde kalıyorduk.

 

Kurtarma operasyonları

Çevreden halk gelip “Biz vinç bulduk ama n’olur gelin, nasıl kaldıracağımızı bilmiyoruz, daha çok zarar vermekten korkuyoruz” diyordu. Halkın temin etmeye başladığı aletlerle (bunlar vinç ve kepçe tarzı aletlerdi. Demir kesme için el aletlerimiz vardı ama daha kalın demirler için gereken hidrolikli aletlerimiz yine yoktu. Tahkimat yapabilmemiz için gereken 3 farklı destek malzemesi yoktu vb) elbirliğiyle çalışmaları sürdürdük. Derken desteğe gelen ekipler artmaya, aletler çoğalmaya, daha tecrübeli (Jandarma Arama Kurtarma – JAK gibi) ekipler de sahaya inmeye başladı. Bizim 1,5 günde ancak girebildiğimiz yere 6 saatte müdahale edip canlı çıkartan JAK ve bizim öğrendiklerimizden apayrı bir yöntemle çalışan ama en hızlı can kurtaran madenciler oldu.

Bir süre dışarıda arama ekiplerinde yer alıyor bir süre ise merkezde (Gökmen Petrol) ilk yardım çalışmalarına destek veriyordum. Bu şekilde ruhumu dinlendiriyordum diyeyim çünkü ölü görmeden, değmeden canlı çıkartmak diye bir şey yoktu. 20 ölüye 5 canlı çıkartıyorduk oran olarak. Artık otobüs otobüs yardım geliyordu. İlk sıcak çorba 3. günün sabahında dağıtıldı. Şehrin başka yerlerinde 2. akşamdan itibaren dağıtılmış olduğunu duyduk. Ben ilk çorbamı çarşamba sabahı içtim.

Ne zaman yorgun hissedersek gelip iki saat yerde uyuyup bir artçı ile uyandığımız gibi yeniden sahaya koşuyorduk. Bir binaya girip en alt kata kadar ulaşıp tüm binayı tasfiye etmek bizim gibi ekiplerin 1,5 gününü alıyordu. Daha profesyonel ve alet edevatı tam olan ekipler bir günde iki bina hadi belki üç bina tarayabiliyordu. Yol boyunca görünen tüm binaların yarısı yıkılmıştı ve daha arka mahalleler vardı. Alete rağmen hepsine ulaşılamayacağı keskin bir gerçek olarak ortadaydı. Giderek sesler azaldı. Moraller düştü. Halk da, yardıma gelmiş olanlar da gerilmeye başladı.

 

Ekip olmak…

3. günün gecesinde AFAD ekiplerinin yanına arama çalışmaları için dâhil edildim. Hiç tanımadığım 4 AFAD personeli ile birlikte amirin emriyle hiç girilmemiş ama ses gelen bina bulma hedefiyle şehrin farklı noktalarına doğru harekete geçtik. Bu arada bizim internet erişimimiz, TV seyretme şansımız vb. yoktu. Dolayısıyla ancak dönüşümde haberdar olduğum bazı konularla ilgili olarak bu arama çalışmasında yaşadıklarımı vurgulamak isterim. AFAD bize siz çekilin dedi kendi görünmeye çalıştı diyorlar. Evet, tüm çalışmalar AFAD ile haberleşerek ve/veya AFAD’ın izniyle gerçekleştirildi. Böyle de olması gerekiyordu çünkü nihayetinde tüm donanım onlardaydı. Halkımız çok yardımsever ve destek oldu ama kimi insan “Benim annem babam yaşlı dünden beri de ses gelmiyor. Şu tarafta bir genç kız vardı hâlâ inlemesi geliyor, önce ona bakın” derken, “Buradan ses geliyor” diyerek ölüsünü çıkarttırmaya çalışan da vardı… İnsanlık hali bunu da normal karşılıyorum.

Tam da bu nedenle AFAD, kaynaklarını o enkaza yönlendirmeden önce bizim gibi sahada olmaya hak kazanmış akredite gönüllülerin ve/ya organizasyonların teyidine başvurdu. Kendi ekibimle değil AFAD ile çıktığım arama gecesinde, AFAD çalışanları önceleri bana “Abla sen geri dur, aman abla sen enkaza çıkma” vb. diyordu. Ses etmeden geri durdum. Sonra bir enkazda dinleme çalışması yaparken “Burada doğal boşluk var buradan da seslenin isterseniz” dedim. “Sen seslen oradan da abla” dediler :)). Şu davudi sesimle tam olması gerektiği gibi seslendiğimi görünce aramalarda bana “Sen de seslen abla” demeye başladılar. Ardından “Sen de çık enkaza abla” geldi. Sonra kafa lambası verdiler. Derken muhabbet başladı. Birbirimizi tanıyıp güvendikçe bir ekip olduk. Bu o acil şartlarda bile 6 saatimizi aldı. Gençler buna tahammül edemiyor; “Bizi geri planda tuttular” diyor. Ama sen gönüllüsün; adam senin eğitiminden, psikolojinden emin olmadan seni nasıl ön safa sürsün? Bu iş güven, birbirini tanıma, yanındakinin ne yapıp ne yapamayacağını bilme yani bir ekip olma işi… Şirketlerin ekip olmak diye tutturup, bunun için özel etkinlikler vb. düzenlerken ne demek istediğini böylece anlamış oldum. 🙂

Deprem arama kurtarma çalışmalarında bir iki saatlik uykular

O gece sabaha karşı bir binadan ses aldık. Emin olamadığımız için köpek çağırdık. Köpek olumlu tepki vermediği halde dinleme cihazı çağırdık. Dinleme cihazı geldiğinde duyduğumuzu sandığımız tırmalama sesinin bir kol saatinin yelkovanı olduğu anlaşıldı. Hepimiz o sesi almayı istemişiz… Biraz dinlenmemiz gerektiğini anladık.

 

Benim gördüğüm felaketin azıymış meğer…

4. sabah artık sesler iyice azalmış ancak kurtarma çalışmaları yüksek hız kazanmıştı. Tüm ülkeden ve dünyadan yardım ve ekipler bölgeye ulaşmıştı. UMKE çadırı kurulduktan sonra bizim sağlık ekibi daha fazla ihtiyaç olduğunu duyum alıp Hatay’a geçmişti. Ben de bulunduğum deprem bölgesinde işlerin nispeten organize hale geldiğini görünce, “Hatay’a geçeyim yapabileceğim bir şeyler varsa yapıp oradan geri hizmete (gıda taşıma, tasnif etme vb.) geçerim” diye düşündüm. Dağcı ekiple birlikte Hatay’a doğru yola çıktım. 1 saatlik yolu 7 saatte gidebildik. İskenderun, Belen, Kırıkhan, Antakya, Hatay derken bizi alan araçtan Samandağ kavşağında indik. Yine Taksim Meydanı örneğine dönecek olursak, bu sefer aynı meydandaki binalardan sadece birinin ayakta kalmış olduğunu gördüm. Diğer hepsi yıkılmıştı :(. Yaşadığımız deprem felaketinin boyutunu böylece anlamış oldum.

Artık asker, polis, madenciler, JAK, AFAD, uluslararası ekipler, yöneticiler ve basın, herkes sahadaydı. Televizyonda hep bahsedilen “ben göründüm, sen göründün” telaşını ilk burada fark ettim. Bu görüntü verme telaşı sadece yöneticiler tarafından dikte ediliyordu. Sizi temin etmek isterim, hangi kurumdan olursa olsun sahada bizzat çalışan herkes canla başla çalıştı ve kimse kimseye sen dur ben görüneyim demedi. Ne zamanki siyaset ve basın devreye girdi, kimin göründüğü derdi o zaman başladı…

 

Gıda desteği

Oradan Samandağ’a yardım götüren arkadaşlarla 2,5 saatlik yolu 8,5 saatte kat ederek Adana’ya döndüm. Orada beni, evlerinde depremden etkilenen 25 kişiyi misafir eden eski dostum Recep Kırmızı ve eşi Burçin Kırmızı kahramanlar gibi karşılayıp dinlendirdi. Kendilerine teşekkür ediyorum. Ardından Muğla’dan toplanan deprem yardımlarını Arsuz’a getiren, yelken yarışlarında kaptanım ve arkadaşım olan Burak Algon ile buluşarak Arsuz’a gıda yardımına başladık. Muğla 911 olarak getirdikleri yardımları devletin gösterdiği antrepoya indirmişler. Arsuz’dan gelen talep üzerine deniz astsubay lojmanlarına gıda yardımı için antrepoya getirdiğimiz gıdalardan alıp götürmek istedik ancak kendi getirdiğimiz malzemelerin çıkışına izin verilmedi. Antrepoya kayyum atanmıştı! Bunun üzerine Adana’ya dönüp Tarım Kredi Kooperatifi’nden 300 kg kuru gıda alıp bu sefer antrepoya sokmadan direk kendimiz Arsuz’a götürerek teslim ettik. Gerçekten de orduya ait bu yazlık lojmandan halka hem yemek hem giysi dağıtıldığını gördük ve yardımlarımızın yerine ulaştığını görerek mutlu olduk.

 

Duyu hafızamda yeni bir koku

Ardından 18 saatlik bir yolculukla karlı Konya ovasını geçerek deprem bölgesinden Bodrum’a döndük. Yol boyunca her yerde bize indirim yaptılar, hediyeler verdiler. Ben 8. günde geri dönüş yoluna çıktığımda otobanlarda hafriyat kamyonları bölgeye doğru gitmeye başlamıştı. Bunu da çok normal buluyorum. Çünkü arama kurtarma eğitimlerinde bize öğretilen önemli bir şey var. Bunu sağlıkçılar da çok iyi bilir. ‘Triyaj’ çalışması yapmak zorundasın. Bu ilk anda, birçok yaralı arasından ilk müdahale edeceğin kişiyi belirlemekten, zaman geçtikçe genelin faydası için hangi çalışmaya öncelik vereceğine kadar her müdahale anında yapman gereken bir değerlendirmedir. İlk gün öncelik elimizle ulaşabildiğimiz canlıları kurtarmaktı. Aletler geldikten sonra bu, en yaralı canlıları öncelikle kurtarmaya dönüştü. Sonra canlıları kurtarmak olarak değişti. Artık ölü sayısı canlı sayısını aşmışken ve bedenlerin çürümeye başladığı 4. günden sonra ise bu öncelik canlıların sağlığını riske atmamak olarak değişti. Uzaktan korkunç geliyor olabilir ama bu gözetilmesi gereken bir durum.

Sahada 3. geceden itibaren enkaza giren arkadaşlarımızın üzerini iyice silmeden yatakhaneye dönüştürdüğümüz ofislere almıyorduk. Çünkü sizin bilmediğiniz (hiçbir zaman da bilmezsiniz umarım) ama artık benim duyu hafızama kaydolan ölü bedenlerin kokusu üzerimize siniyordu. Bu her geçen gün arttı ve sonunda açık havada da duyulabilmeye başladı. Bundan sonrası hastalık riskidir ki hayatta kalanları da salgın hastalıktan kaybetmek bir seçenek olamaz. İşte tüm bu farkındalıkla eve döndüm.

 

Eve dönüş

İstanbul’a girdiğimde yavaş yavaş bedenimdeki çeşitli ağrı ve sakatlanmaları fark etmeye başladım. İstanbul’da moraller çok düşüktü. İnanın deprem bölgesinde bu kadar düşük değildi. Çünkü bölgede sadece keskin bir bıçak gibi soğuk gerçek vardı ve kabulleniş getirdi. Uzaktan, ekrandan bakınca dehşet vardı anladığım kadarıyla ve belki de sıradaki deprem bölgesi olmanın korkusu, umutsuzluğu… Bilemiyorum. Ama İstanbul’a gelince orada hissetmediğim kadar kötü hissetmeye başladım. Neyse ki oturduğum sitenin yönetiminden aradılar ve bölgemizde mahallemizde deprem için bilinçlenme ve hazırlık adına bizim yol göstermemizi istediler. Böylece mahallemde herkesin en azından deprem temel eğitimi alması ve isteyenlerin arama kurtarmacı olma yolunda ilerleyebilmesi için gereken planlama ve çalışmaları yapmaya odaklandım. Bu da iyi geldi.

 

Son söz

Sizlere tavsiyem, mahalle deprem birimleri kurun ve dayanışma ile en azından ilk müdahale için gerekecek ekipmanı bölgeniz için temin edin. Çünkü deprem eğitimi olsa da alet yoksa çaresiz kalıyor insan ve ilk etapta sadece bölgenizdeki kurtulanlardan yardım alabileceksiniz. Yetkililerin gelmesi zaman alıyor (bu normal) ama ülkemizde yetkililer yetkili değil ve alet olsa da organizasyon ve yönetim yoksa tüm emekler boşa gidiyor. Koordinasyon eksikliğinden aynı enkaza dört farklı ekip olarak yönlendirildiğimiz oldu. Bu önemsiz gibi görünebilir ama değil; emek, zaman ve can kaybı demek bu! Kısacası donanımınızı (bilgi ve envanter olarak) artırın. İstanbul depreminde bir yerden bir yere gidebilmek, başkasından yardım beklemek filan pek mümkün olmayacak gibi anladım ben gördüklerimden…

Son olarak beni, eğitimimi hep destekleyen ve yıllık iznimden düşmeden bana bu faaliyetlerim için her zaman izin veren, oradayken de her gün arayıp sorarak bana manevi destek olan patronum ve dostum Ali Işıngör‘e ve Artistanbul‘daki tüm mesai arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Deniz Hazar

Deniz ile Ali'nin 35 yıllık arkadaşlıklarında yolları sık kesişti. Aynı okulda okudular, lise ve üniversite yıllarında beraber dergi çıkardılar, hatta bir ara ortak bile oldular. 2010-2011 yılları arasında Pardus Projesi'nin basınla ilişkilerini yöneten Deniz, uzun bir aradan sonra "kürkçü dükkanına" döndü.

2 Yorumlar

Yorum Yaz

Yorum
İsim
E-Posta
Website